ne güzel şeysin sen ey kaymaklı ekmek kadayıfı diyet bozduran ezber sildiren seni kerata.. |
ilknur'un da -konya kadar olmasa da- memleketiymiş. ofis kankitolarının memleketlerini geziyoruz serisinde afyon ayağındayız.
afyonkarahisar meydanı. yukarıda kale. tam buranın arkasında ise kurtuluş savaşının ilk adımı konak var |
bu şehre neden afyonkarahisar deniliyor? çok uzun süredir, afyon diye kısaltılan şehrin zamanında geniiiş tarlalarında afyonun hammaddesi haşhaşlar yetiştiriliyormuş. daha sonra müktesebata uyum sürecinde haşhaşlar yok edilince adı kalmış. karahisar kısmının ise o dağın tepesindeki kaleden aldığını düşündük biz. hisar kara değil ama o dağa tırmanma fikri insanı kara kara düşündürür o kesin!
ne yapılır?
benim böyle bir masa hazırlamam muhtemelen 5 gün alır.. |
ilknur'ların evde kahvaltı! sabah 7'de indiğimiz, kamil koç'un muhteşem otobüsüyle bir o kadar çelişen şoförü ile 7 saatlik seyahatimizin ardından ucu bucağı bulunmayan, oda sayısını sayamadığımız "dönmez residance"'da muhteşem bir kahvaltı yapılır. kahvaltının ana maddeleri, kaymak, organik reçel, sucuk, kaymak, domates, ev yapımı kurabiye ve kaymak. kaymak demiş miydim?
kaymağın öncesi &sonrası |
afyon'un kaymağı gerçekten eşsiz. yani istanbul'da da kaymakçılar var, ikbal var ama bu doğal kaymağın tadı afyon'un havası ile çıkıyor. hele üzerine döktüğün bal ile lezzet seviyesi anlatılacak boyutta değil.
nereye gidilir?
şu an cami olan mevlevihanenin sade ama alımlı kubbesi |
afyon mevlevihanesi. konyadaki mevlevihaneden sonra rütbe olarak ikinci sırada geliyormuş.yüksek kubbesi sade olan mevlevihanenin içinde iki odalı bir müze de bulunuyor. mevlevihanenin işleyişini anlatan müze, tasavvuf gerekliliğince gayet sade ve gösterişsiz kurgulanmış. orijinal yapıyı bozmamaları bence doğru bir hareket olmuş. aynen konya'daki gibi, caminin içinde Mevlana'nın yeğenleri olan ermiş kişilerin, ayakları havaya kalkmış sandukaları bulunuyor. sandukaların yanında da özlü sözleri. bu arada, mevlevihanelerin genel adı asitane. kulağa çok fonetik gelen bir kelime değil mi?
buradan sonra şehitoğlu konağında bir kahve molası, yanında gül şerbeti. bu konağın her bir odasının adı türk sanat müziğinin bir makamı, ve içinde konağın ilk sahibinden kalma kocaman, keçi yününden seccade var. bu konak bana tokattaki yengemin evini çok hatırlattı. ahşap olması, kendi içinde iki katlı olması ve oturduğumuz odadaki divan (sedir) muhtemelen bu hatıraların canlandırıcısı.
ne alınır?
kese. bir kaç saat sonra termal sular altında ölü deri ve kirleri atmak için kullanacağız bu nesneyi. vücudumuzun pürüssüz olması için, detoks için gerçekten çok önemli. biraz acı verici olabiliyor keselenmek, ama kış çıkışı o kiri pası atmak için birebir. i love hamam!
ne yenir?
geldik afyon'un af dilediği yere (bu espriyi nasıl yaptım ben de bilemiyorum).
ikbal hakkındaki fikirlerim, işletmenin ne kadar otelcilik sevdasından vazgeçmesi gerekliyse, yemek işinde de o kadar kalması gerektiği. Atatürk'ün afyon'da ilk adı "zümrüt" olan tesislerinde yemek yedikten sonra, bahtı açık olsun manasıyla ismini "ikbal" koymasıyla efsaneleşen işletme, sucuktan kaymaklı ekmek kadayıfına tam bir yemek şöleni. yine tencere yemekleri kapsamında yaptıkları "dana incik" bir çok yerde yapılan kuzu inciğe on basardı. masaya gelen yoğurt ise kıvamı ile bende içinde manda sütü olabileceği konusunda fikir uyandırdı.
sağ baştan, dana incik, patates, püre ve iç pilavı sonra sucuk ve patates ve yoğurt ve cennet |
bonus track!
tam da afyon'a vardığımız o cumartesi günü hürriyet gazetesinde türkiye'de hamur tatlısı yenecek ilk 10 yer yazısı yayınlandı ve bir numarada ikbal var idi. biz de gittik yerinde test ettik. onadık. lezzetten sarhoş olduk. resme tıklayıp büyüttüğünüzde yukarıda verdiğim ad koyma mevzusunu okuyabilirsiniz. böyle de kaynaklı yazarım. hoş, hürriyet gibi karı-kız fotoğrafı tıklatan gazate ne kadar kaynak gösterilebilirse..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder